Ermeni gazeteci Murat Ezer, Mardin’in Derik ilçesinde 3 kişi kalan Ermenilerle bir araya geldi. “Derik’in son üç Ermenisi ile üç gün” başlığıyla Agos gazetesindeki yazı duygulandırdı.
Ermeni gazeteci Murat Ezer, Mardin‘in Derik ilçesinde 3 kişi kalan Ermenilerle bir araya geldi. “Derik’in son üç Ermenisi ile üç gün” başlığıyla Agos gazetesindeki yazı duygulandırdı.
“Derik’in son üç Ermenisi ile üç gün” başlığıyla Agos gazetesinde yayınlanan yazı şöyle:
30 Ekim 2023. Antakya Otogarı’ndan biletimi Mardin-Derik’e kestirdim. Derik Ermenileri hakkında belgesel ve kitap çalışması için yollardayım. İlk olarak yedi gün boyunca Antakya’da, depremzede Vakıfköy halkıyla röportajlar yaptım. O izlenimler başka yazının konusu ama birkaç cümle ile bahsedeyim: Mart 2023’de depremden hemen sonra da bu bölgelere gelmiştim. Hasarlı binlerce site, apartman, ev, işyeri hâlâ yıkılmayı bekliyor. Toz, toprak, hüzün, belirsizlik, gözyaşı birbirine karışmış. Ama dediğim gibi, bu, başka yazının konusu. Şimdi istikamet Derik.
Hatay- Derik arasında 500 kilometrelik yolu 8 saatte aldım. Gece 03.00 gibi Derik’te yaşayan, dede mesleği sabunculuk olan Zekerya Sabunci ahparın (ağabeyin) evine vardım. Sabah 8.00’de organik kahvaltımızı yaptık. Bir zamanlar nüfusun (civardaki 17 köy dahil) yüzde 60’ını Ermeni halkının oluşturduğu Derik’in dar, otantik, tarihi Ermeni mahallelerini ve sokaklarını Zekerya ahparın kılavuzluğunda gezmeye başladık. Ben bir yandan da belgesel için geldiğimden, fotoğraflar ve videolar çekiyordum. Zekerya ahparik bir yerde durdu, yüzüme baktı ve acılı, anlamlı bir ifade ile “Burası senin kayınpederin İlyas’ın ve hanımı Sara’nın evleriydi” dedi.
1973 senesinde çoğu Ermeni aile gibi İstanbul’a göç etmişlerdi, alan kişi de o evi yıktırmış. Kısa bir an gökyüzüne baktıktan sonra ‘keşke gitmeselerdi’ dedim içimden. Ama aşağıda çarşının içindeki ayakkabıcı dükkânı tesellim oldu. Hiç olmazsa önünde fotoğraf çektirdim. Ve çok özel bir ev. Üzüm salkımları ile bezeli avludan, Ermeni taş ustalarının yaptığı eve girerken bir heyecan duydum. Yine alçak, Ermeni ahşap işçiliğinin eseri kapıdan ezilerek girdim. Avluda mutfak, ama bildiğimiz mutfaklardan değil. Solda üç gözlü ocak, karşıda tabak ve bardakların dizildiği tahta raflar göze çarpıyor.
Tavanlar kalın ağaç gövdelerinden. Aralarında çapraz, daha ince ağaçlar ve hasırlar. Dünyanın hiçbir yerinde bu mimariyi bulamazsınız. Biraz ileride perde dolap içine yatak, yorgan koymuşlar, oturma odasında İsa Mesih’in resimleri, Derik’in son demircisi Naif Demirci ve hanımı Yurşalin Demirci’nin fotoğrafı. Cam pencere kanatları, fincanlar, sarı yaldızlı bardaklar. Yerlerde kilimler, iki uzun divan, ortamın dokusunu biraz bozan televizyon. Yurşalin kuyriğin (ablanın) getirdiği kahveleri yudumlarken Zekerya Sabuncu, Naif Demirci, Yurşalin Demirci ile sohbet ediyorum, Derikli Ermeniler belgeseli için çekimlerimi yapıyorum.(Kullandığım malzeme 6 senelik yadigâr IPhone ve bu sene iki dolara aldığım telefon tutacağı. Bu ekipmanlarla ‘Anadolu’nun Son Çığlıkları’ (120 dakika), ‘Musalertsi Hayer’ (50 dakika), ‘Dikranagertsi Hayer’(60 dakika), ‘Kınalıada Rum Çocuk Kampı’ (60 dakika) ‘4 Mevsim Kınalıada’(60 dakika) ve kurgucum Harutyun Gevorgyan ağabeyle yarıladığımız ‘8.Hamahaygagan Olimpiyat Oyunları’ belgesellerini çektim)
Avluda bir sofra. Kuş cıvıltıları arasında, organik koyun yoğurdu ve peyniri, hınhali zeytini, zeytinyağı, bal, tandır pide ekmeği, basteğ (üzüm pestili), suncağ (üzümlü ceviz) bu yerel sofrada ilk aklıma gelenler.
Naif ahpar 2019 yılında kalp ameliyatı olduktan sonra demirci dükkanını kapatmış. Dükkânda çekim yapmayı rica ettik, Zekerya ahpara anahtarı verdi. Dükkânı Kasaplar Çarşısı’nda. Yarım asırlık bir ekmek teknesi. (Unutmadan: babası Daniel ve dedesi de demirci imiş, yani üç kuşak demirci bir aile). Çektiğim en hüzünlü kare, örümcek ağlarıyla kaplanmış son içilen üç çayın bardağı.
Naif ahpariğin dükkânının 300 metre aşağısındaki Derik Ermeni Mezarlığı’na gittik. Zekerya ahparım bir tomar anahtar çıkardı ve sonunda kilidi açtı. Ağaçlardan, yeşilliklerden, betondan mezarlar zor gözüküyor. Birçok mezarda paslı peynir tenekelerinin üstüne delikler delinip doğum ve ölüm tarihleri yazılmış. Tek mermer mezar Yamacı ailesinin (Bedros Yamacı 1910- 1949, Meryem Yamacı 1905- 1978). Hanımım Janet’in dedesi Daniel, yayası Zoze, ve tüm Derik Ermenileri için Zekerya ahparımla bildiğimiz kadarıyla dua ettik.
Oradan Surp Kevork Ermeni Kilisesi’ne geçtik. Bahçesi ceviz, incir, zeytin ağaçlarıyla yemyeşil. Arka tarafta 1915 öncesi kolej olan okul binası (üst katı yıkılmış) ve misafirhane vardı. Detaylı fotoğraflar çekip mumumuzu yaktık, haçımızı çıkardık. Sacdan yapılmış mum katkı kumbarasını da ihmal etmedim.
Ertesi gün yine 7.00’de ayaktaydık. Esnaf ziyaretleri yaptık. Kasaplar Çarşısı’nda sadece oğlak, kuru et satan dükkânları gezdik. Videolar çekip YouTube’a attık. Esnaf çok mutlu oldu. Lokantalar, kıraathaneler, zeytin, suncağ satan dükkanlar, hepsini ziyaret ettik. Sıcak ve samimi ilgilerini ikramlarla süslediler. Bir zamanlar (1980’e kadar) arsası Zekerya Sabunci’nin babasına ait olan Derik Belediye Binası önünde hüzünlü çekimler yaptık. Baba Sabunci’nin sinema salonları, dükkânları, evleri varmış. Sonra malum nedenlerle elden gitmiş. Davalar açılmış yıllar sürmüş ama nafile.
Kilisenin arkasındaki kolej Ermenice, Farsça, Osmanlıca, Fransızca dillerinde eğitim veriyormuş. Zekerya ahparın dedeleri yayaları bu dört dili konuşup yazarmış. Buraları da görüntüleyip fotoğrafladıktan sonra çarşıda Derik’in en çok tanınan meşhur sac fırın tava kebabından yedik. Kasap gözünüzün önünde oğlak etini doğruyor alta yeşil biber üste etler, üstüne domates, onun üstüne kuyruk yağı ve sarımsak. Tarihi odun fırınında nar gibi pişiriliyor, elle yeniyor.
Üçüncü günümüzde Zekerya ahparın çarşının göbeğindeki evinden 40 dakika uzaklıktaki bağına varmak için yola koyulduk. Derik üç dağın ortasına kurulu bir kaza. Zekerya ahparın da bağı, eski adı Yergu Dağı’nın tam altında, dere geçiyor. Dar, toprak yollarda keçi, koyun sürüleriyle selâmlaşıp zeytin ağaçlarının hasat zamanını izleyip ilerliyoruz bağa. Çekimlere ve işe başlamadan Zekerya ahparım parmağıyla bir yeri işaret ediyor ve şöyle diyor: “Bak şurada, 1915’te Derik’ten 8 kıfle (kafile, 200’er kişilik) yola çıkmışlar. Burada kafilenin biri tamamen öldürülüyor, üç beş gün sonra ağır koku Derik merkeze yayılıyor sonra gelip hepsini o tepede yakıyorlar”. Biraz durduk ve kafile için dua ettik.
Üzüm, badem, zeytin, ağırlıklı olarak da nar ve incir yetişen bağda üzümler hasat edilmiş. Badem ve zeytin ellerinden öper Zekerya ahparın. Video ve fotoğraf işlerimizi tam bitirdik ki kara bulutlar bağın üstünü kapladı. Yağmur çiseliyordu, biz koşar adım ilerliyorduk. Çarşıya gelmeden sağanak tüm sokakları temizledi. On dakika boyunca bir dükkâna sığındıktan sonra kendimizi eve attık.
3 Kasım Cuma 12.00’de Derik’e veda zamanı. Derik’in son üç Ermenisiyle vedalaştıktan sonra minibüsle üç yol ağzı, oradan da otobüse. 21 saatlik yolculuktan sonra cumartesi öğlen 13.00 sularında 13 günlük iş gezimi tamamlayıp sağlıkla mutlulukla aileme kavuştum. En çok da kazandibi kızım Garinim’i özlemiştim.