Bilim ve mistik öğelerin bir arada bulunduğu, çoğu kişinin Harry Potter’dan Felsefe Taşı ile tanıdığı simya hakkında ilginç gerçekler.
Kimya, metalurji, fizik, tıp, astroloji, mistisizm, spiritüalizm ve sanatı bünyesinde barındıran simya, bilimsel deneylerle mistik felsefenin buluştuğu bir terim. Kökeni Antik Mısır’a dayanan simya, maddeleri birbirine dönüştürme sanatı olarak da biliniyor. Her ne kadar “ölümsüzlük iksiri bulma” veya “kurşunu altına çevirme” gibi sıra dışı hedefleri nedeniyle bazen şarlatanlık olarak görülse de, simyacıların yaptığı deneylerin modern bilimin temellerini oluşturduğu kabul ediliyor. İşte simya hakkında ilginç gerçekler…
“Simya” kelimesi, Arapça “al-kimiya” sözcüğünden türemiştir ve bu kelimenin kökeni Mısır’ın eski adı “Khemia”ya dayanır. Khemia, “kara toprak” anlamına gelir ve Nil Nehri’nin taşkınlarıyla zenginleşen, verimli toprakları simgeler. Bu anlam, simyanın temel felsefesini yansıtır: Her şey daha değerli bir şeye dönüşebilir.
Genellikle sadece metalleri altına çevirme sanatı olarak bilinse de, simya bundan çok daha fazlasıdır. Okültizm, doğa felsefesi, kimya ve metal işçiliği gibi alanların birleşiminden oluşur. Simyacılar, “Maddeler nasıl oluşur?”, “Bir madde başka bir maddeye dönüşebilir mi?” gibi sorulara cevap ararlardı. MS 1. yüzyılda Greko-Romen Mısır’da ortaya çıkan simya, zamanla Bizans, Arap, Hint ve Çin kültürlerine yayılarak evrim geçirdi. Simya, sadece maddelerin dönüşümüyle değil, aynı zamanda ruhsal aydınlanma ile de ilgilenmişti. Simyacılar, ruh ile maddenin birleşimi olmadan gerçek bilginin elde edilemeyeceğine inanırlardı.
Simya hakkında belki de en bilinen şey Felsefe Taşı! Harry Potter ile ün kazanan Felsefe Taşı, simyacıların en çok peşinde olduğu nesneydi. Bu taşın, sıradan metalleri altına dönüştürme ve ölümsüzlüğü kazandırma gücüne sahip olduğuna inanılıyordu. Simyacılar, taşın bilinmeyen bir madde olabileceğini düşündükleri için, yıllar boyunca farklı maddelerle deneyler yapmışlardı. Her ne kadar taş asla bulunamamış olsa da, bu deneyler metalurji ve kimya alanında önemli bilgiler sunmuş ve modern bilimin kapılarını aralamıştı.
Simya üzerine yazılan en eski metinler, Mısır’da yazılmıştır. Ancak İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması gibi felaketler nedeniyle bu metinlerin büyük bir kısmı kaybolmuştur. Bugün elimizde olan bilgiler, bu kaybolan metinlerin yalnızca parça parça kopyalarına dayanmaktadır. Eski metinler genellikle karmaşık sembollerle doludur ve bu semboller maddeleri temsil eder. Örneğin, bir kartal sembolü amonyum klorürü, bir kuzgun ise kurşun veya demiri ifade ederdi. Bu semboller, simya metinlerini son derece yoruma açık ve gizemli hale getirir, bu yüzden birçok bilim insanı ömürlerini bu metinleri çözmeye adadı.
Tarihin en eski simyacılarından biri, Yahudi Meryem olarak bilinen bir kadındı. Onun hakkında bildiklerimiz, 4. yüzyılda yaşamış olan Panopolisli Zosimos’un yazılarından geliyor. Zosimos, Meryem’i bir öğretmen ve bilge olarak tanımlıyor ve onun MS 1. ile 3. yüzyıllar arasında yaşadığını söylüyor. Meryem’in bazı yazıları günümüze ulaşamasa da, diğer metinlerde ondan izler bulunabiliyor. Bitkilerden altın üretme tarifleri ve deneylerinde kullandığı yenilikçi ekipmanlar ile tanınan Meryem, özellikle suyun kaynama noktasına ulaşmadan ısınmasını sağlayan “benmari”yi icat etti. Bugün hala benmari yöntemi, onun adını taşıyor ve birçok alanda kullanılmaya devam ediyor.
Simya, Rönesans döneminde büyük bir popülarite kazanmıştı. Ancak, 16. yüzyılda bilimsel devrimle birlikte, simya yöntemleri birçok aydın tarafından sahtecilik olarak görülmeye başlandı. Bu dönemde simya ile modern kimya birbirinden kesin çizgilerle ayrıldı. Kimyacılar kanıta dayalı bilimsel yöntemlerle doğa yasalarını çözmeye çalışırken, simyacılar daha çok mistisizme ve ölümsüzlük arayışına odaklandılar.
Simyayı farklı kılan en önemli unsurlardan biri gizliliğe olan bağlılığıydı. Bilgiler ve tarifler, semboller ve alegoriler aracılığıyla aktarılıyordu, bu da onları anlaşılması zor ve belirsiz kılıyordu. Bazı simyacılar, altın üretiminin sırlarının açığa çıkması durumunda ekonominin zarar göreceğini ve piyasanın altınla dolup taşacağını savunarak gizliliği haklı çıkarıyordu. Bu nedenle, simya hem bilimsel hem de metafizik bir sır olarak kalmaya devam etti.
Isaac Newton denilince aklımıza genelde yerçekimi ve modern fiziğe yaptığı katkılar gelir. Ancak Newton, simya ile de ilgilenmiş ve deneyler yapmıştı. Özellikle metallerin altına dönüştürülmesiyle ilgili deneyler gerçekleştirdi. Newton, bu çalışmalarını gizli tutmak zorundaydı çünkü 18. yüzyılın başlarında simya sapkınlık olarak kabul ediliyordu. Ancak, 1936 yılında Newton’un simya üzerine yaptığı araştırmalar Sotheby’s müzayede evinde satıldığında, bu gizem açığa çıktı.
Newton’un simya notları ünlü ekonomist John Maynard Keynes tarafından satın alındı ve korunarak bilim insanlarının incelemesine sunuldu. En ilginç bulgulardan biri ise Newton’un Felsefe Taşı’nın tarifini yazmış olmasıydı. Günümüzde bilim insanları hala Newton’un simya çalışmalarını yeniden değerlendirerek onun bu alandaki yerini daha iyi anlamaya çalışıyorlar.
Simya hakkında ilginç gerçekler listemizin sonuna geldik.18. yüzyılda bilim insanları, periyodik tablonun temelini oluşturan elementlerin dönüştürülemez olduğunu keşfetti. Bu buluş, simya fikirlerinin sonunu getirmiş gibi görünse de simyanın modern bilime katkısı yadsınamaz. Simyacılar, maddelerin doğasını inceleyerek deneysel bilimin temelini atmışlardır.
Kaynak: 1